GÖZÜMÜZ AYDIN

        Aydın kelimesi; bir manası ile de ‘etrafına ışık saçan’ demek.  Bulunduğu toplumu ve coğrafyayı ışığı ile aydınlatan, ön açan, gelişimine katkıda bulunan kimsedir aydın. Kültürü ile barışık hatta o kültürü de geliştiren derleyen kişidir aydın. Zor zamanlarda kendisine sığınılan, zor zamanlarda konuşan, zor zamanlarda kitleleri yönlendirendir aydın.

       …e haydi gözümüz aydın, o zaman. Zira ülkemizde elini sallasan aydına değiyor. Tiyatrocumuz aydın, Deprem Bilimciler aydın, Avrupa’nın seçkin eğlence mekanlarında kalça kıran sosyetemiz aydın, sirtaki eşliğinde tabak kıran aydın! Mankenimiz aydın, ses sanatçılarımız, piyanistlerimiz, ressamlarımız aydın. Zenginlerimizin zaten hepsi aydın (onların aydın olmama şansı yok) . Sporcularımız aydın, hatta o kadar ki, geleneklerimize ve inançlarımıza viski masalarında ağzını doldura doldura küfreden bir tayfa var onlar zaten apaydın ki bir üst statüsü bence bu aydın olmanın, son noktası ve tasdiki hatta.

       İş öyle bir noktaya getirilmiş ki.

       Aydın olmanın şartı bizi biz yapan her şeye sövmek olmuş.  ‘Aydın’ kimliği ile ‘Seçkin’ kimliği yer değiştirmiş adeta. Sorun bunun nasıl bize kabul ettirildiği veya nasıl kabul ettiğimizle alakalı. Halbuki aydın sıkıntısı çekmemiş bir medeniyetin tâ içinde bulunuyoruz. Aydının ne ve kim olduğunu çok da iyi biliriz.

       O halde anlıyoruz ki birileri aydın kelimesinin içini boşaltıp bu zerzevatla bilinçli olarak doldurmuş. Birileri o mekanizmanın işlevini yüz seksen derece tersine çevirmiş ve uzun bir zamandır bu dere böyle akıp gider olmuş. Bu sayede ilim, irfan, bilim, edebiyat ve sanat damarları tıkanmış. Huzursuz bir kalabalık almış bu necip milletin yerini.

       Ben sadece farkındalık olsun diye bu yazıyı kaleme aldım. Okurlarımız anlattıklarıma zaten hâkim. Türk dilinin ferasetini ve islam kültürünün ışığını yayanların ‘Yobaz’ olarak nitelendirildiği bu topraklar ne yazık ki bu ikilemin kıskacında kendi etrafında dönüp kendini boğmaya mahkûm edilmiş. Aydın diye bize yutturulanlar başka ülkelerin aydınlığı için savaş veren başka medeniyetleri temsil eden bir güruhmuş meğer.

       Cemil Meriç'e göre "aydın", Batıda eleştirinin kaynağı olmuşken, Batılı düşünürlerin etkisi altında kalan Türk aydını Tanzimat'tan bu yana genel olarak, Batılı aydın ve düşünürleri tekrarlayan bir rolü benimsemiştir.

        Yanlış hastalığa yanlış tedavi ile yüz yılı aşkındır kendi aydınını bir türlü tarif edemeyen bir hale gelmişiz toplum olarak.  Batının gelenek ve materyalist anlayışını olduğu gibi alıp bunu bizim damarlarımıza zerk ede ede sonunda batı taklitçisi ve batı hayranı olup çıkmışız. En sofistike meselelerimizi bile batının kriterleri ile mukayese eder olmuşuz. Batıyı bir ön kabul ile ‘doğru’ sayıp bize ait olanların hemen hepsini çöpe atmışız. İnsan merkezli düşünce dünyamızı batının sözüm ona modern maddeciliğine değişmişiz. ‘İleri’ kelimesi batının bir diğer adı olmuş ağzımızda. Özenti ve mandacılık zihniyeti alaşağı ederken temel dinamiklerimizi, biz suçu yine geçmişimize bulmuşuz. Vebadan kaçar gibi kaçmışız geçmişimizden. Silmek yok etmek ve hatırlamamak üzere kat kat zincirlerin ve kapıların arkasına saklamışız. Uyanmasından korkarak yeni bir milletmişiz gibi çıkmışız sahneye. Ve haykırmışız; Biz, o eski Türkler değiliz diye. Neden?

         İnsanı ruhtan bağımsız ele alan bu zihniyetin bizi tarif ve tabir etmesine imkân var mı? Eşrefi mahlukun bunların elinde ‘düşünen hayvan’ mertebesine indirgenmiş olması bizim tanımımızla uzaktan yakından alakası var mı? Kim düzeltecek bu başıbozukluğu, kimler konuyu en büyük tehdit olarak değerlendirip bunun çözümü için uğraşacak?

       Tabi ki sen!

        Selam ve Saygılarımla

Fahrettin Köseoğlu

19.09.2023