İşlevselci Paradigma Durkheim’in biyolojik organizma ile toplum analojisinde kendini gösterir. Onun organik dayanışma anlayışının temelinde de bu analoji bulunur. Durhheim’a göre toplum tıpkı bir organizma gibi işler, organizmayı oluşturan tüm organlar işlevsel açıdan birbirine bağlıdır ve her organın farklı işlevi vardır. Bedenin varlığını devam ettirmesi tüm organların işlevlerini yerine getirmesi ile mümkündür. Toplumda tıpkı organizma gibi farklı ihtiyaçları karşılayan ve her birinin farklı işlevler gördüğü sosyal kurumlardan oluşmaktadır. Sosyal yapının yeniden kendini üretebilmesi için sosyal kurumların sosyal ihtiyaçları karşılamaya dönük işlevleri yerine getirmesi gerekmektedir. Parsons’da Durkheim’in işlevselci toplumunu benimseyerek işlevsel bir sistem tasarlamıştır. Ancak Giddens bu anlayışı sistemin ihtiyaçlarını ön planda tuttuğu, insan aktöre önem vermediği, onların anlamlı eylemlerini açıklamada yetersiz kaldığı, toplumda çatışan normların tartışmaya kapalı olması yönüyle eleştirir (2005, s.163).
Bu yaklaşımda bir makine gibi hayal etmeye eğimli olduğumuz toplumun işleyişi akla gelir. Bu benzetişim toplumsal mekanizmaları incelemek için toplumda çarklar olduğunu varsaymaya ve bu çarklara çeşitli işlevler atfetmeye iter (Mendras, 2008, s.128).
İşlevselciler toplumu birbirine bağlı çıkarlarla bütünleşmiş tabakalardan oluşan en önemli mevkilerin en vasıflı ve yetenekli olanlarca işgal edilmiş olduğu, eşitsizliğin tüm toplumsal sistemin işleyişinde fonksiyonel bir sorun teşkil ettiği bütünleşmiş bir sistem olarak düşünürler. Önemli görevlere kalifiye ve yetenekli olan insanların gelmesi gerekir. İnsanları güdüleyici etmen insanlara verilen ödüllerdir (varlıkların ve ödüllerin eşitsiz dağıtılması, rollerin etkin yapılmasını etkiler). Böylece toplumda rekabet unsuru ile en yetişkin ve yetenekli olanlar daha iyi mevkileri elde etmek için mücadele edecekler ve bunun sonucunda da toplum en iyiler tarafından yönetilecektir. Burada insanlar sahip oldukları mevki, otoriteye göre farklılaşacak ve toplumda kurumsallaşmış eşitsizlikler ortaya doğal olarak çıkacaktır. Örneğin doktor, avukat, yöneticilerin mevkilerinin önemi nedeniyle en iyi şekilde ödüllendirilmeleri doğaldır. Bir toplumun etkin bir şekilde işlemesi için önemli rolleri uygulayan kimselere ek bir takım ödüllerin verilmesi doğal karşılanır (Özkalp, 2005. s.321-322)
İşlevselcilere göre özellikle Tarcot ve Parsons’a göre toplum sosyal bir sistemdir. Sosyal sistem birbiri ile fonksiyonel bağıntı, etki tepki ilişkisi içinde olan çeşitli kurumlardan (ekonomi, din, aile, eğitim, hukuk kurumu gibi ) oluşur. Toplumu oluşturan her kurumun toplumun devam etmesine ve işlerliğine katkısı vardır. Her kurum fonksiyonunu yerine getirdiği zaman toplum devam eder (Kızılçelik, 1994. s.103).
Bir toplumsal kurum olarak eğitim bazı eğitsel işlevleri yaşama geçirir. “Toplumsallaşma” sürecini kullanarak bireylere toplumun bazı değer ve anlayışlarını yükler. İşlevselci çerçeve açısından eğitimin yapması gereken şey bireyleri toplum açısından toplumsallaştırmak, onları işlevsel kılmak ve topluma uyumlu bir duruma getirmektir. Ancak artık eskisi gibi sadece beceri ve değerlerin iletimi söz konusu değildir. Eğitsel süreç yetişkin rollerine bireylerin uyarlanması ve yetiştirilmesi olduğu kadar bireyin yerini belirleme ve seçme işlevlerini de yüklenmelidir (İnal, 1991. s.512)
Durkheim’a göre eğitim toplumsal idealleri bireylere aktarmaya yarar. Okul toplumsallaştırmasının başarılı olacağı varsayımından hareket ettiği ve aile ile okul arsındaki çatışmayı öngöremediği belirtilir. Aynı zamanda pek çok toplumda eğitimin kazandırdığı ideallerin toplumun idealleriyle ne dereceye kadar benzeşip benzeşmediği de tartışma konusu olmaktadır. Parsons “Toplumsal Sistem Olarak Sınıf” incelemesinde eğitimin iki işlevine değinir. “Toplumsallaşma” ve “Seçme” Birincisi gelecekteki rol için uyum, ikinci işlev ise öğrencileri farklı meslek alanlarına seçmektir. Kim üniversiteye gidecek? Kim gitmeyecek? Bununda temeli başarıdır. Okullar başarı temeline göre çocukları ödüllendirir ve topluma rollerini iyi biçimde yerine getiren kişiler sağlar (Tezcan, 1993. s. 11-15).
İşlevselcilerin bahsettiği gibi Türkiye’de de eğitim bir sistemdir. Toplumun kültürel, sosyal, ekonomik ve değerlerine dayalı olarak kurulup biçimlenmektedir. Ancak bu sistemin devamlılığı ile ilgili zaman zaman sorunlar yaşanmaktadır. Sık sık ülkedeki siyasi değişiklikler ile birlikte sistemde de değişiklikler yaşandığından işlevsel modele göre Parsons’ın ortaya koyduğu eğitimin “Seçme” işlevinde eğitim paydaşlarından veli- öğrenci ayağı sıkıntılı ve belirsiz dönemler yaşamaktadır.
Eğitim sistemi ne kadar iyi oluşturulsa da sistemin işlemesinde uygulayıcı öğretmenlerin yanı sıra yöneticilerinde payı büyüktür Eğitim sistemimizde ön plana çıkan sorunlardan biri de okullarımızın yönetiminden sorumlu olan eğitim yöneticilerin yetiştirilme, seçilme ve özellikle de atanması olarak görülmektedir (Kösterelioğlu. 2014 s.182). İşlevselci yaklaşımın rekabet unsuru ile en yetişkin ve yetenekli olanlar daha iyi mevkileri elde etmek için mücadele edecekleri ve bunun sonucunda da toplumun ya da okulların en iyiler tarafından yönetileceği tezi Türk eğitim sisteminde son dönemlerde geçerliğini kaybetmektedir.
İşlevselci Paradigmanın eğitim yoluyla toplumsal yapı içerisinde bireyin yerinin liyakat yoluyla belirleneceği iddiası bazı durumlarda geçerli değildir. Alınan diploma ve belgeler kişilerin daha prestijli ve yüksek konumdaki mesleklere girişini sağlayan araçlardır. Bu iddia şans, tanıdık torpil, ilişki gibi unsurlar meslek seçimi ve mesleğe atanma araçlarını görmezden gelmektedir (Doğan, 2018, s.89)
Türk Eğitim Sisteminin sorunlarından biri de beceri kazandırma etkinliklerinin çok az olmasıdır. İşlevselci Paradigmanın okulun toplumsallaştırma iddiası bu sistem içinde yetersiz kalmaktadır. Çünkü okullarda öğretilen bilgiler sınavlara dönük öğretildiğinden dolayı sınavlardan hemen sonra unutulmaktadır. Üniversiteyi kazanamadığı zaman açıkta kalan öğrenci yeterince toplum içerisinde hayatını idame ettirecek bilgiden yoksun olmaktadır. Çünkü öğretilen bilgiler hayattan kopuk bilgilerdir. Çözüm olarak öğrencilere kalıcı bilgileri ile daha etkin bir biçimde sorun çözebildikleri ve gereksinmelerini karşılayabildiklerini görmelerini sağlayacak ortamlar yaratmaktır (Gedikoğlu, 2005, s.79).
Sonuç olarak her ne kadar İşlevselci Paradigma ışığında Türk Eğitim Sistemini değerlendirirken paradigma ile uyumsuz noktalara değinsek de hala eğitim sistemimizde paradigmanın izlerini görmemiz mümkündür. Çünkü okullarımızda eğitim-öğretim makro bir anlayışla bireysel gelişimi pek de önemsemeyen, standartlaştırılmış öğretim programları ve değerlendirmeler ile öğretmenin hala aktif, öğrencinin ise pasif olduğu bir anlayışla yürümekte olduğu düşünülmektedir.
KAYNAKLAR
Doğan, İ. (2018). Eğitim Sosyolojisi. Nobel Akedemik Yayıncılık, Ankara.
Gedikoğlu, T. (2005). Avrupa Birliği Sürecinde Türk Eğitim Sistemi: Sorunlar ve Çözüm Önerileri. Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 1, Sayı 1,
Giddens, A. (2005). Sosyoloji. (Çev. Ali Ergin). Anı yayıncılık. Ankara.
İnal, K. (1991). Durkheım'ın Eğitim Anlayışı. Ankara University Journal of Faculty of Educational Sciences (JFES), 24 (2), 511-518.
Kızılçelik, S.1994. Sosyal Teoriler. Yunus Emre yayıncılık.
Kösterelioğlu, İ. (2014). Türk Eğitim Sisteminin sorunlarına ilişkin güncel bir değerlendirme. An assessment on recent ıssues of Turkısh Educatıon System. International Journal of Social Science. Number: 25-I, p. 177-187.
Mendras, H.2008. Sosyolojinin ilkeleri. (Çev. Buket Yılmaz) İletişim yayınları, İstanbul Özkalp, E. 2005. Sosyolojiye Giriş. Ekin yayınları. Bursa.
Tezcan, M. 1993. Eğitim Sosyolojisinde Çağdaş Kuramlar ve Türkiye. Ankara.
Ayşe PARMAKSIZ