Kadın konusunda toplumların kafası genelde karışık olmuştur. Geçmişten bugüne kadının yeri ve değeri farklı kültürlerde farklı tartışılmış, bazen insanlık için hoş olmayan tavır ve yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Maalesef modern dünyada da kadının statüsü, hakları, toplum nezdindeki konumu gibi sorunların varlığı devam etmektedir.
Kadının toplum içerisindeki statüsü meselesi Antik Yunan'dan Orta Çağ İslam Rönesansı’na, Aydınlanmadan Modern Çağa kadar hep var olsa da Hint kültüründen, Yahudi Hristiyan kültürüne kadar kadının toplumsal statüsünün aşağı yukarı aynı olduğu söylenebilir (Çalışkan, 2021, parag. 11). Antik Yunan Dönemi düşünürleri Platon ve Aristoteles’in kadınlarla ilgili değerlendirmelerini inceleyen Özdemir ve İltar (2020, s.107) Platon'un toplumsal görevleri belirlerken kadına daha fazla alan açtığını görürler. Onlara göre Platon, kadınların eğitim alırken savaş eğitimi dışında erkeklerle aynı eğitimi alması gerektiğini ifade etmiştir. Ancak Aristoteles bir kadınla erkeğin aynı olamayacağı, toplumsal ve yaşamsal haklar bakımından erkeğin daha üstün olduğu düşüncesindedir.
Ataerkil toplumsal yapıların bir devamı olarak oluşan toplumsal cinsiyet ayrımı kadının “üzgün” konumunu desteklemiş, kurulan erkek egemen yapılar ise zaman içerisinde kadın ve kadın konusunu arka plana itmiştir. Tarihsel gelenek içerisinde ise kadın konusu, negatif bir mirasın oluşmasına konu olmuştur. Kadının toplum algısındaki ideal konumu ve gerçek durumu arasındaki uçurumdaki temel vurgular, kadının sahip olduğu doğal nitelikler üzerinden sürdürülürken doğurganlık, kadına tarih içerisinde zorunlu bir rol vermede etkin bir nitelik olmuştur. Sahip olduğu “doğurganlık” özelliğiyle kadınlar, tarihin her döneminde ilham kaynağı olurken insan neslinin devam etmesinde zorunlu bir halka olması nedeniyle de kutsal bir konuma yerleştirilmiştir. Ancak çoğu zaman kadının önemi bunun ötesine geçememiştir. Kadınlarla ilgili oluşturulmuş toplumsal hafıza, zaman içerisinde toplumsal ve bireysel uygulamalarda da karşılığını bulmuştur.
Antik Yunan toplumunun savaşçı yapısı, zorunlu olarak erkeklerin kadınlara öncelenmesi sonucunu doğurmuştur. Dolayısıyla, diğer konularda olduğu gibi eğitim konusunda da erkek ve kız çocuklarının aldığı eğitimlerin farklılaşması doğal bir sonuç hâline gelmiştir. Erkek çocukları savaşçı birer birey olarak yetiştirilirken, kız çocukları da genel olarak ev kadınlığı ve annelik konusunda yetiştirmişlerdir (Karaaslan, 2014. s. 160, 164)
İlk toplumlarda fiziksel gücü baz alan değerlendirme kadını zayıf ve eksik olarak görmeye neden olmuştur. Kadın zayıflık ve güçsüzlükle özdeşleşmiş, erkekle olan fiziksel doğasının farklılıkları, karakter ve irade güçsüzlüğü ile ifade edilir olmuştur. Kadın toplumların var olan döngüsünde hep kolaylaştırıcı pozisyonda algılanmış, kendini var etme, yeteneklerini, yatkınlıklarını gösterme konusunda ataerkil düzenin kontrolünü aşmakta çoğunlukla zorlanmıştır.
İslam toplumunda ise Cahiliye Dönemi kadını ile İslam sonrası kadının hak ve toplumsal statüsünde ciddi farklılık vardır. Hukuki anlamda daha öncesinde bir hiç olan kadının, İslam’la birlikte mirasla ilgili meseleler örneğinde olduğu gibi toplumsal değeri değişmiştir. İslam kurallarında ölen kişiye yakınlığı ve uzaklığına bağlı olarak değişkenlik göstermekle beraber, haksızlık olmayacak şekilde mirastan pay verildiği görülür. Bu hak eski Mısırlılar ve Asurlular hariç İslâm öncesi hukuk sistemlerinin hiçbirinde bulunmamaktadır (Aksoy, 2021. s.33). İslamiyet’in koyduğu kuralların çoğunda kadın haklarını koruyan bir yapı söz konusu iken zamanla bu kuralların uygulamada amacından saptırıldığı söylenebilir.
Batı’da Rönesans ile başlayan modernleşme sürecinde pozitivizm etkisi ile insanların dünya görüşleri de değişmiştir. Bu süreçte bilimsel, teknolojik ve sosyal gücü elde eden Batı, tüm dünyaya gücünü hissettirmeye başlamıştır. Batı dışındaki toplumlar ya Batı’yı olduğu gibi taklit edecek, oradan gelen her şeyi sorgulamadan uygulayacak ya da kendi yapılarını Batı’nın getirdiği kavramlara uyarlamak zorunda kalacaktır. Sanayileşmeyle birlikte ise ağır işlerde çalıştırılması kadının fiziksel ve psikolojik gelişimini olumsuz yönde etkilemiş, kendini gerçekleştirdiğini zanneden kadın bu sefer başka bunalımlarla karşılaşmıştır.
Nitekim, modern çağla ve feminist akımlarla birlikte birçok hakkını elde etmiş gibi görünen kadını başka esaretler beklemektedir. Bugün evrensel kapitalist sistemle beraber, kendi kodlanışından mıdır yoksa bu kodları çok iyi analiz edip kullananlardan mıdır bilinmez, kitle kültürüne maruz kalan kadını estetik ve görsel kaygılar esir altında tutmaktadır. Bu noktada yapılacak en iyi şey kadınların eğitilmesinden çok erkeklerin eğitilmesi olacaktır.
Sonuç olarak toplumsal özgürlüğünü, kendini arayan kadının statüsünde köklü bir dönüşümden söz edilecekse toplumun bütün elemanlarının (kadın, erkek) yaklaşımının gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bütün tarihî süreçte ataerkil sistemde ezilen, baskı altına alınan, çoğu kültürde yok sayılan ve bir zaman sonra bu ezilmeyi içselleştiren kadınların mücadelesinde, farkındalığında erkeklerin kadından çok yer alması gerekmektedir. Belki de eğitim sistemleri içerisinde bu konulara dönük uygulama ve programların yer alması faydalı olacaktır.
KAYNAKLAR
*Çalışkan, M. (2021). Aristoteles ve İbn-i Sina’ya göre kadın.
*Karaaslan, D. 2014. Antik Yunanda kadın olmak. Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 1. 159-174.
*Özdemir, F, T, A., Iltar, E,K. (2020). Sokrates, Platon ve Aristoteles'in kadın söylemleri üzerine bir değerlendirme. Felsefe Dergisi. Journal of philosophy. Sayı:9
*Aksoy, R. 2021“İslam öncesi yoplumlarda ve İslam’da kadının statüsü". Uluslararası Sosyal ve Eğitim Bilimleri Dergisi, 15. 20-39.