Yıldızlarla dolu bir yaz akşamı. Güzel bir Kelkit düğününe gitmişimdir. Davul zurnanın sesi köyün girişinde beni kucaklamış, harmana kadar eşlik etmiştir. Şen ve hareketli bir kalabalığın arasından bar tutmuş delikanlılar heybetli ve kıvrak hareketlerle düğünü düğün ediyorlardır. Çocuklar “fınfırek dönderiyor” kuruyemiş dolu ceplerini döke döke. Yeni yetme oğlanların gözleri yavuklularını arıyordur bacalarda. Gelinler evin içerisinde sofra üstüne sofra hazırlamak ve gelen misafirlerini en iyi şekilde ağırlamak için seferber olmuşlardır. Yaşlılar başköşelere oturtulmuş, genç kızlar rengarenk elbiseleriyle hayatın güzel yüzüne sürünüyorlardır.
Ne kutlu bir tören ne kadar önemli görev, bu huzurla kalabalığı seyrederken sanki zaman donmuş, gelecekle geçmiş iç içe girmiştir artık. Duyguların ve geleneğin yüz yıl önceki bir düğünden farkı yoktur. Anadolu’yu Anadolu yapan bu kadim ritüelin sıcaklığı insanı köklerine kadar titretir…
Ancak kalabalığa biraz daha yaklaştığımda, gürbüz ve kürşat bakışlı bir gencin gömleğinde ki şu yazıya takılır gözüm; “İ Love Amerika” ve her iki omzunda bir apolet gibi duran Amerikan bayrağı.
Haydaaaa nerden çıktı bu şimdi, bu nasıl olabilirdi. Çok fazla kimsenin hmediği bir deprem oldu sanki. Medeniyet kökünden sallandı? Sanki, gelecekle geçmiş birbirinden sonsuz bir hızla uzaklaşmaya başladı aniden. Ataların bir dağ gibi üstümüzde duran gölgeleri mum gibi söndü. “Türk” kelimesi alelade bir gemiye binip süzüle süzüle harmanın köşesinden döndü ve gitti….
Gözümü açtığımda, Malazgirt ovasını bir kurt gibi süzen Alparslan’ı görüyorum. Üzerinde kefeni, on binlerce vatan evladını ziyafete davet eder gibi ölüme davet etmek üzere…! Elinde kabzası üç hilalden oluşan yatağan kılıcı, göz kamaştıran çelik zırhının üzerinde ise Bizans bayrağı!
-Ne? Bizans Bayrağı mı?
Şaşkınlıktan Alparslan bana bakıyor ben Alparslan’a. Mideme ağrılar giriyor, kazanılamayacak bir savaş ve kurulamayacak dev bir medeniyet siliniyor kumlardan sanki…Tam gökyüzü bir dekor gibi devrilirken üstümüze
-Kestik! Diye atlıyor yönetmen sahneye,
-Alparslan! Sen nasıl düşmanının bayrağı ile cenge gelirsin?
Alparslan, bu işte bir yanlışlık var dercesine çatıyor kaşlarını bana doğru, ruhumu delercesine. Tarih ayaklarımın altından çekiliyor. Topraklar iade ediyor emdikleri kanları. Kıtalar bir daha ayrılıyor sanki
-ZAFEER , diye haykırıyor Romen Diyojen ! Haç çıkarıyor bütün Bizans ordusu, buz gibi bir rüzgar ciğerlerimi donduruyor. Safkan atlar ayakları üstüne kalkıp öfkeyle kişniyor. Bir mucize gerçekleşmiştir ve en büyük düşmanlarının komutanı taraf değiştirmiştir.
Kızıl bir bulutun içinden dörtnala üzerime sürüyor atını, alev saçan gözlerini üzerime dikip Anadolu Fatihi:
-Sen ettin bu işi, diyor.
Ne ara, sıksaray’a asılıyor zurnacı, davul yeri göğü titretiyor. Mermiler düşmana sıkılır gibi sıkılıyor Kelkit bulutlarına. Damat ve gelin kültürümüzün devamı için söz birliği ediyor, iz vuruyor diz vuruyor toprağa !! Hep bir ağızdan Türkiyem’i söylüyoruz…
Fahrettin Köseoğlu
11.01.2022