Küçükken top oynamaya kalktığımızda -Ali Efendimizin başı- derlerdi eskiler. Ve topa her vurduğumuzda günah işlemiş olma ihtimali kemirir dururdu vicdanlarımızı. Zamanla o da unutuldu. Medyanın dünya hakimiyetini ilan etmesi ile birlikte de futbol ülkesi olmak adına milletçe bir seferberliğe kalktık zaten. Dünyanın en iyi takımları arasına girmek milli ve İstikbali bir meseleydi artık. Ah şu ecnebi hakemler olmazsa…
Okullarda, kurumlarda, illerde ve ilçelerde her yerde hemen herkesin bir futbol takımı vardı artık. Babakonağı köyü(Tılısbık) olarak biz de katılmıştık bu furyaya ve yıldırım hızı ile yaşlısı, genci kadını, çocuğu elbirliği ile hem spor takımızı kurduk hem de kulüp binası inşa ettik. Konu futbol olunca nedense kimse muhalefet edemiyordu! Hele Kelkit merkezden rahmetli Alaattin BALCI abimizin takıma teknik direktör olarak atanması bizim için çıtanın çooook yukarılara çekilmesi anlamına geliyordu. Harmanlarda bile -ofsayt- kuralı ile oynuyorduk artık. Bir yıl öncesinde okul önlükleri ile mavi siyah takım kuran bizler, birdenbire arkasında Babakonağı Spor yazan pırl pırıl Beyler KARA sponsorlu mavi formalar giyiyorduk. Kara lastikler tahtlarını Almanya’dan gelme vidalı kramponlara bırakmış, mikasa diye bir marka hayallerimizi süslemeye başlamıştı.
Gün geçmiyordu ki futbol hayatımızı güzelleştirmesin, bir hafta Şiran’da topluca dayak yiyorduk. Öbür hafta onlardan en çok vuran buradaki maça gelmiyordu korkudan. Bir hafta hakemi polisler elimizden zor alıyordu, diğer hafta biz Torul’a bir araba sopa atıyorduk. Takımların hem futbolcuları hem taraftarları Kelkit’in caddelerinde birbirlerine -5 numaralı klark bakışı- atarak geçiyordu. Seyircileri taşıyan otobüsler her deplasmandan camları kırık dönüyordu. Hele Bir Çambaşı Spor fenomeni çıktı o dönem ki sormayın. Fena tozunu attılar bölge futbolunun.
Gerçekten güzel olan neydi biliyor musunuz? Her takım kendi köyünden ve mahallesinden çıkarıyordu oyuncusunu. Maçlara gidilirken, forveti tarladan, kaleciyi davarın önünden, bir diğerini bahçe sulamadan alıyorduk. Araziden toplaya toplaya gidiyor hep birlikte adam gibi oynuyor ve gelip köyde günlerce lakırdısını yapıyorduk. Köyün baston tutan yaşlıları;
-İzzeti nefsiniz yok mu sizin de gidip yenildiniz. diye fırçalar atıyordu. Teyzeler bizi görünce
– Uuuuu abunlar gine yenilmiş de gelmiş, cinsinden söylenip duruyordu. Genelde herkes ya Baba Turanı'n kaçırdığı goller üzerinden konuya giriyordu ki ozamanlar lakabı henüz Klinsman idi (şimdilerde köyümüzün Alabalık Tesisini işletiyor, mutlaka tavsiye ederim gidip tadına bakmanızı) veya efsane kalecimiz Hilmi BİLİCİ'nin rakip oyuncuya yumruğu nasıl çaktığından. Ver ha ver bir muhabbet alıp başını gidiyordu vesselam yensek de yenilsekde.
Ama dediğim gibi herkes kendi topçusunu oynatıyordu. En fazla köyler arası veya ilçeler arası transferler olurdu ki. Müthiş yankıları olurdu Çambaşılı Adem KAYA bizim köye transfer olduğunda -takımımızda bir yabancı futbolcu var- demenin lüksünü yaşamıştık günlerce.
Sonra işler değişti emice…..
Siyaset, ekonomi, zenginler, işi bilenler bilmeyenler herkes futbola karıştı. Futbol artık bize o eskiden verdiğini vermiyordu. Tanımadığımız ve bir sürü paralar harcanarak transfer edilen oyuncular ki ben bir zenci futbolcumuzun olduğunu bile görmüşlüğüm vardır. Halkın hizmetine harcanması gereken devlete ait kaynaklar, masraflar, iller arası yolculuklar, uçaklar biletler vs.
Neymiş efendim?
Kelkit Spor bir üst lige çıkacak.
Peki Messi'yi izleyebilecek miyiz? Hayır
Ama bilmem hangi 1.lig takımının bir dönem yedek golcüsünün yedeği olan falanca oyuncu bu yıl çok şey yapacak….
Derken…Futbol hem ruhen hem bedenen iflasını açıkladı. Oysa gerek var mıydı kırk bin nüfuslu bir ilçenin takımına en yüksek hedefi koyup bu uğurda bunca emek ve para harcamaya.
Geliniz bir karar verelim ve Kelkit’te sadece Kelkit’in çocukları futbol oynasın. Başarı olmazsa olmasın. Maksat en başta olduğu gibi sadece spor olsun….
Fahrettin Köseoğlu