1400'lü yıllarda yaşamış Makyavelli diye bir düşünür, ortaya attığı zehirli fikirlerle siyaset ilmine öyle büyük hasarlar vermiştir ki artık neredeyse düzeltilemez bir hal almıştır. Makyavelli; siyasette ve siyasetçide ahlak kriterinin aranmaması gerektiğini, toplumun menfaati için her türlü yolun meşru olduğunu söylemiştir. Gel gör ki siyasetçiler de bunu bekliyor olacak ki hemen benimsemişler bu zeminsiz fikirleri ve ortaya günümüz medeni dünyası çıkmıştır.
Ahlaksızlığa bilimsel bir isim koymak ve fikri bir temele bağlamakla tüm mesele kökünden hallolmuş oldu böylece. Bu icazeti bekleyen toplum yöneticilerinin önü o kadar açılmıştı ki, Almanların en meşhur düşünürü Nietzsche’nin de Tanrıyı öldürmesiyle birlikte (Nietzsche; Tanrı öldü, diyerek felsefesini yaratıcısız ve acıyla dolu bir dünya üzerine şekillendirmiştir). 40 milyonun üzerinde insan öldü ilk savaşta. Sırasıyla, Komünizm, Sosyalizm, Kapitalizm ve sonu ‘izm’ le biten onlarcası geçti dünyamızın ırzına. Kitle imha silahları medeniyetin en büyük sembolleri oldu. İnsan, evrensel haklara sahip kutsanmış bir birey olarak geçerken kayıtlara. Milyara yakın insan insan eliyle yazılmış öğretilerin deneme yanılma kurbanı oldu. Şeytan ortalarda yok.
Şimdi boşaltılmış beyinleri ve güdülenmiş zihinleri ile tensel ihtiyaçlarının peşinde koşturup duruyor havucun peşinde. Yüce amaçlar için tasarlanmış muhteşem bir varlık sefil ütopyaların peşinde koşan cesede dönüşmüş.
Tezlerini doğal kaynağından almayan siyaset zamanla o kadar kirlendi ki. Konuşulması bile abes sayıldı toplumda. Hor görülmek ve yaftalanmak korkusu ile kaçırıldı siyaset gözlerimizin önünden. Evde siyaset yasak, kahvede yasak, sokakta çok çok yasak, camide yasak, okulda yasak, kamu kurum ve kuruluşlarında yasak, düşünmek serbest ama konuşmak yasak. Güvenliğimizi, yaşamsal haklarımızı ve hatta her şeyimizi yönetmesi için yetki vereceğimiz kişiye seçmek serbest ama bu konuda konuşmak yasak! Kanunen değil ama örfi olarak yasak, kültürel olarak yasak efendim ne bileyim bir şekilde yasak.
Konuşma fiili yalnız kendisine bahşedilen insan ise bu ihtiyacını gereksiz şeylerle gidermeye başladı. Okumak, tartışmak, ilim paylaşmak kimsenin ilgisini çekmemeye başladı. Her şey gibi düşünce de hazır sunuldu tereddütsüz aldık. Halimize ve cüssemize bakmadan tanrıcılık oynadık. İhtiyacımız olan şeyi kendimiz belirlemeye kalktık. Kaderimizi yaşamakla yaratmak arasındaki çizgiyi bir türlü tutturamadık. Beyni yaratanı beynimizden çıkardık!
Dış dünyamızı harap eden depremi, seli, yangını, salgın hastalıkları, felaket olarak adlandırdık ama iç dünyamızın harabiyeti dikkatimizi çekmedi. Onu acil durum olarak görmedik. Çare aramadık. Bakıma, ilgiye, yemeye içmeye ihtiyacı yok sandık. Ya da sandırıldık ki bu daha doğru bir söz olur.
İşe siyaset ile başlamak gerekir, Siyaset sadece lacivert takım elbiseli ve zengin bir zümrenin uhdesinde değildir. Siyaset diğer bütün beşerî meselelerin çatısında yer almak sureti ile yön ve yöntemlerini de kendisi tayin etme yetkisine sahip olduğundan. Önce ondan başlamalıyız. Siyaseti konuşmalıyız, araştırmalı bilmeliyiz nasıl ve kim tarafından yönetilmek istediğimizi kaşa göze, boya posa, lafa söze bakarak değil, mutlak bir feraset ve kararlılıkla belirlemeliyiz.
Bizler Makyavellinin sapkın ve çarpık siyasi anlayışını değil, dünyaya güzel bakan, güzel gören, güzel iş yapan bir anlayışı getirmek için çabalamalı ve bu yolda bir adım olsun atmalıyız.
Selam ve Saygılarımla.
Fahrettin KÖSEOĞLU