Bir tutam ışık yudumlamak için sabahı bekleyen gecenin yolcusudur Bosna. Derin bir çığlıktır, sükûtun kalbinde hüküm süren. İçli bir yaradır; yapay mutlulukların muhatabı… Gözlerinde kan demlenmiş bedenlerin anası; öksüzlüğü, bahtına ezelden yazılmış sevda ülkesi. Dünü ile bugünü arasında, günahları kefaret biçilmek istenen mahzun bakışlı coğrafya… Babasını kaybettiği günden beri yüzü gülmeyen yetim çocuk!
Anaların gecelere feda ettiği umutların, gözyaşıyla sulanıp sabırla büyütüldüğü beşiktir Bosna; kınalı kuzular niyetiyle. Ellerini duaya açıp, gözlerini karanlığa saplayan bedenlerin ıstırabıdır. Çaresizliğin çaresizliğe dönüştüğü, umudun, yerini yakarışlara bıraktığı mekân! Toprağa sere serpe yığılan bedenlerde dik duran başların, alınmak üzere verdikleri selamlarda gizlidir kahrı.
Kara yazgılarına inat beyaz güvercinler besleyen sevgi insanlarının yurdudur Srebrenitsa. Bir gece binlerce yiğidi bağrına basarak, vefadan yana en büyük eylemi gerçekleştiren şehir; susmaktan başka çaresi olmayan… Ellerine kına yakılmış kurbanlar beslemektedir bağrında. Adım adım kan kokan, adım adım çile kokan; insanlık tarihinin nâmütenâhî günahlarına perdedir Srebrenitsa. İnsanlığın, insanlıktan yana olmadığı zamanların şahididir Allah’tan sonra. Bağrındaki yangını hasret damlalarıyla söndürmek isterken, hicret yolcularına mezar olacağını aklına getirmeyen şehir! Vefa ile vefasızlığın yol ayrımında kendisine biçilen sonun farkına varamayan; evlat niyetiyle besleyip büyüttüğü, tarihi bir yanılgının bayrağını göklere çeken ellerin, yüreğine kurşun sıkan eller olacağını nereden bilecekti? Bilemezdi, gecenin bir yarısı hürriyet rüyalarına gebe yüreğini, evlat kurşunlarının ölüme uyandıracağını. Hafızasında, babadan, dededen kalma nasihatlerin ihanetle bağdaşır bir yanının olduğu ihtimal bile değildi. Yüzlerce cephede binlerce yiğidin kan-revan fakat bir hiç uğruna yüz üstü yatacağını hayal bile etmemişti. Ama unutulmamalıdır ki, dünya döndükçe ve zaman ilerledikçe şanlı bir bayrak hep dalgalanacaktır Bosna semalarında. Her yanıyla çürümeye yüz tutmuş bir medeniyet çöplüğünde gül olmanın onuru ebediyen yaşatacaktır Bosna’nın adını. Bütün ihanetlere ve bütün aldanmışlıklara rağmen, dik olmanın, dimdik olmanın şerefiyle alnı ak, yüzü açık gezmek elbette hakkıdır Bosna’nın!
“Görelim Mevlâ neyler, neylerse güzel eyler.” Tefekkür adabıyla, alnını secdeye, gönlünü Hakk’tan yana koyan bir ümmetin mensuplarına da bu onura layık olmak düşerdi elbet. Fransız filozof Bernard Henry Levy’nin söylemiyle: Avrupa Bosna’da öldükçe, Bosna yaşayacaktı; yaşamlıydı. Bazen yüreğindeki sancılarla bazen güneşli günlerde ama yaşayacaktı… Aliyelerin yüreğindeki özgürlük sevdasını yüreklerinde hissedenlerin olmalıydı bu boynu bükük öksüz topraklar. Güzel günler onları bekliyordu; güzel günler bu acıdan yana nasibini alanların olmalıydı. Henüz adına ve rengine yabancı oldukları Mavi Kelebekler bile onların karanlık gecelerine ışık olmak için gelmişlerdi bu coğrafyaya.
Bahtı kara olan bir milletin geleceği de karanlık olamazdı, olmamalıydı. Allah her zaman mazlumun ve haklının yanındadır. Kâh Ebabil kuşları ile bozar oyunları kâh mavi kelebeklerle. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle olacaktır. Yeter ki hakkınız olan istemeyi bilin ve haklının yanında, Hakk’ın yolunda olun.
Köksal Akar