Adı gül, kokusu Gül, gülbankı Gül, rüştü Gül,
Gül ey rûzigâr! Gül’ün nakli sana düştü, gül…
Gül kadar duru, gül kadar naif, gül kadar beyaz, gül kadar sıcak, gül kadar dost bir yürek… Gül bakışlı, gül benizli, gül desenli gül kokuşlu… Gül’e âşık, Gül’e hasret, Gül’e vurgun bir beden… Garipliği şan, öksüzlüğü ebedî… Ve bir sevdanın ardından emsalsiz bir sadakat ile koşup giden yiğitler yiğidi; hangi dağın ardındasın, çık da gel!
Garipliğin ve yalnızlığın diğer resminin adıdır Muhsin Yazıcıoğlu. Doğduğu andan itibaren yüreğinde yeşeren sevgi, sadakat ve muhabbet duygusu ile nice badireler atlatarak bugünlere geldiğini, onun hüzün ve sevgi dolu yüreğinden daha iyi bilecek birisi var mı acaba? Her şeyden önce insan olmanın, adam gibi adam olmanın gereğini yerine getirmenin onurundan daha büyük ne olabilir ki onun için? Onun için sevdasından ve yüreğindeki iman duygusunun varlığından daha anlamlı ne olabilir ki? Henüz gençliğin baharında adım attığı siyaset sahnesinde, olumsuz bir tek söyleminin ya da eyleminin olduğuna kim şahittir? Her lahzâ ölümü ensesinde hissederek ve sevgi dolu yüreğini eline alarak yürüdüğü bu yolda kimsesizlerin dostu ve gariplerin yâreni olmayı seçen bu Anadolu delikanlısının, “Üşüyorum!” haykırışında bile bir dua gizlidir isyan yerine. Duvarların soğukluğunu içinde hse de, yine tefekkür ve mütevazılığın yüreğine bıraktığı tat ile ısıtmasını bilmiştir içini, “Yalnız Mamak Gecelerinde…”. Siyaset meydanlarında dinleyicisi az olsa da, bütün yüreklerdeki yerini almayı başarmış kaç insan sayabilirsiniz. Bir parti lideri düşünün ki, siyaset hayatı boyunca hep tek kişilik kadrolarla yerini almıştır oyun alanında ama asla kaybetmemiştir ümidini, azmini, heyecanını ve duruşunu… Skor tabelasında hep mağlup görünse de, her maçın sonunda kazanan olmuştur, saygı duyulmuştur adamlığına. Bağlı bulunduğu siyasi hareketten en zor günlerinde değil, en şaşalı dönemlerini yaşadığı zamanlarda görüş ayrılıkları yaşadığı için ayrılma cesaretini göstermiştir. Finans merkezlerinin güdümünde olmamıştır hiçbir zaman. Doğurup, el bebek, gül bebek büyüttüğü partisinin genel merkezini ısıtacak parayı bulamamıştır da, her darda kalanla yan yana olup, dost diyenlerle paylaşmasını bilmiştir lokmasını. Mitinglerde, anlamsız söylemlerle birbirlerine sataşan siyasi liderlere “yarın birbirinizin yüzüne bakamayacağınız söylemlerden uzak durun, bu bir yarıştır, her şey gelip geçicidir fakat dostluklar ebedî olmalıdır.” derken, bizler onun gerçek anlamda hangi dünyanın insanı olmaya çalıştığını yeni yeni anlayabiliyorduk. “Yirmi sekiz Şubat'ın” onu üşütmeyen soğuk bir gecesinde yaptığı “Türkiye Cezayir olmayacaktır fakat Suriye de olmayacaktır.” çıkışı onun mert ve sevgi dolu yüreğini sevmemiz için yeterli bir sebepti.
Onun varlığından bihaber yaşayanlar, şimdi onun için ne kadar ağlasa da azdır. Yokluğunun yasına bürünmek, ağlamak, sızlanmak çok iyi biliyoruz ki onu geri getirmeyecektir. Tarih bir Anadolu yiğidine daha tozlu sayfalarında bir yer ayırmıştır. Şimdi onun hüznüyle kavrulsun yürekler, onun acısını hsin ona yorgan olmayan gökyüzü! Bizlere düşen ve elimizden gelen tek şey şüphesiz duâda bulunmaktır. Yeri doldurulamayacak bir çınar devrilmiştir. Tam da yaşantısına uygun bir ölüme uyanışıtır asıl yüreklerimizi sızlatan, bizi ağlatan. O, “sana gelmek istiyorum ey sonsuzluğun sahibi” derken, duâlarını geri çevirmeyecek olan bir Yaratan’ın varlığından da haberdardı kuşkusuz. Duâları kabul oldu ve O’na gitti. Bizler onun kadir ve kıymetini bilememenin hüznüyle yakmak istiyoruz şimdi yüreklerimizi. Çünkü çok iyi biliyoruz ki, gülünün açmadığı her mevsim, kucağında can verdiği zemheri kadar üşütecekti, onun yüreğini…
Selam ve dua ile…
Köksal AKAR