Birkaç gün önceydi. Sosyal medyadan arkadaşım olan Burçin Çakıroğlu Danacı hanımın yaptığı en son paylaşım pandemi süresince hastaneden yaptıklarına hiç benzemiyordu.
Aylardır hastane koridorlarında canla başla; maskeli, siperli, koruyucu gözlüklü/ önlüklü tanınmaz halde meslektaşlarının vermiş olduğu onurlu mücadeleyi hemen hemen her gün kendi sayfasından paylaşarak ilgimizi ve dikkatimizi çekmeyi başarmıştı
Bizler o zorlu vakitlerde evimizde kendimizi izole etmişken onlar sağlık ordusunun neferleri olarak virüsle savaşın en ön safında mücadele eden kahramanlardı.
Ancak bu kez paylaşımı diğerlerinden farklıydı Burçin hanımın!
Bir hemşire eşi olarak merakla yazdıklarını okumaya başladım. Yazılanları okudukça iki aylık zorlu süreci kaleme alan bir arkadaşının kazandığı ödülü tanımlıyordu.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Anestezi Yoğun Bakım hemşiresi Sevda Çakar’ın Türkiye Yoğun Bakım Hemşireleri Derneği tarafından düzenlenen Covid-19 Yoğun Bakımlarda Yaşanmış " Yapabilirsin Hikayeleri" konulu öykü yarışmasında “Hıdrellez” başlıklı hikayesiyle ikinci olduğunu öğrendik.Gurur duyduk.
Daha sonra tanışıp sohbet ettiğimiz, ismi gibi mesleğine Sevda (lı) hemşirenin duygularını kalemine mürekkep yaparak yazmış olduğu hikâyenin tamamını bugün bu köşede sizlerde okuyacaksınız sevgili okuyucular.
Sağlık ordusunun görev yaptığı bu zorlu Covid-19 mücadelesinde, hastalarla olan iletişimin ve tedavi yöntemlerinin hangi boyutta olduğuna dair ip uçları alacağınız anlamlı bir hikaye…
Evet sözü daha fazla uzatmadan sizleri “Hıdrellez” başlıklı Zeynep Teyze’nin hikayesi ile baş başa bırakalım!
“Hıdrellez ateşinin kıvılcımları uçuyordu yol kenarında ve yoğun lastik kokusu eşliğinde çocuklar bahar şarkıları söylüyordu sokakta. Eşlik etmek istedim bağıra bağıra ama henüz bahar gelmemişti sesime. Usulca devam ettim, nöbete yetişmeliydim. Bugün Zeynep teyzenin üçüncü testi yapılacaktı.
Geleceğe titrek sesle eşlik edemedim yatak döşek bir geçmişe gidiyordum. Çok değil sadece iki ay önce haberlerin Dünya turu bölümünde kilometrelerce uzak ülkelerin zerre kadar küçük virüsle savaşını izlerken acaba diyorduk hepimiz. Evet virüs küçük ama dünya da küçüktü artık. Ulaşımın uluslararası ticaretin ve ziyaretin kolay olduğu çağımızda çok sürmedi dünyada yayılması ve uzun bir süreden sonra Dünya genelinde pandemi ile tanışmış olduk .
Türkiye’ ye gelmeden önce başka ülkelerin deneyimlerinden yaşadıklarından anladık ki bu kez silah bizim elimizde. Hazır mıyız? diye düşündüm ilk günlerde.
20 yıllık meslek hayatımda birçok kez hastalık kapma riski ile karşı karşıya kalmıştım zaten.
Bunun tek farkı daha kolay hasta etmesiydi. İşte bu özelliği ile de tüm eski silahları ele alma zamanıydı. Ve tabi ki yeni zırhları da kuşanmanın.
Yoğun bakımda çalışmaya başlayalı henüz yedi ay olmuştu. Bambaşka bir dünya yoğun bakım.
Tamamen bana bağımlı yüzünü silerken gözlerindeki minneti htiren, yemeğini yedirirken çocuk gibi nazlanan, sırf canı sıkılıp biri etrafında dolaşsın diye bağlı monitörleri çıkaran, hiçbir şey hmeden sadece ventilatörün yardımıyla soluyan ama gitmek için belki de birini beklediğini düşündüğüm onlarca hastam olmuştu. Peki bu kez nasıl olacaktı hastalarım? Ne yapacaktım onlara ?Nasıl bir faydam olacaktı ? Tamamen muamma!
Çok sürmedi pandemi ilanından sonra yoğun bakıma yatışlar başladı. Zeynep teyze bir gece önce solunum sıkıntısı yaşayınca önce gelmek istememiş hastaneye. Yurt dışından gelen kızı, damadı, torunları başka bir şehirde karantinaya alınmış karantinanın bitmesine iki gün kalmıştı. Geldiklerinde evde olacak onlara en sevdikleri yemekleri yapacaktı. Evden çıkmadığı için hasta olduğunu düşünmemişti.
Heyecandandır deyip geçiştirmişti. Ama sabah eşiyle konuşurken bir hafta önce bozulan kombi tamiri için eve bir tamirci geldiğini hatırlamış biraz çekinerek de olsa hastaneye gelmeyi kabul etmişti. Meme kanseri tedavisi yeni bitmiş son kemoterapisini iki ay önce almış ancak kontrol için hastaneye gitmemişti.
Zeynep teyze o gün aslında sadece şüpheli olarak yoğun bakıma yatırıldı. Ancak tanısı konulana kadar tüm hastalara pozitif gibi düşünüp yaklaşmak durumundaydık. Yatağına alırken ellerinin buz gibi olduğunu iki kat eldivenle hmiştim. Ellerimden destek alıp yatağa geçerken sımsıkı tuttu, belki de ısınmak istiyordu.
Hastaneye gelişi ile yoğun bakıma yatırılışı o kadar hızlı olmuştu ki şaşkın, korkmuş ve çaresizce bakıyordu, etrafında hiç bu şekilde görmeye alışık olmadığı hemşirelere doktorlara. Kocaman kanseri atlatmıştı yıllarca süren tedavi sürecinde. Hiç korkmamıştı sağlıkçılardan ama şimdi etrafında maskeli, siperli, değişik kıyafetlerle birileri dolaşıyor konuştukları asla anlaşılmıyordu. Zeynep teyze belki de televizyonda sadece dışarıdan izlediği o sahnelerin tam ortasındaydı ve herkesin merak ettiği o, sonra ne oluyoru soruyordu kendince. Hasta kabul ve monitörizasyon işleri bitip ortalık biraz sakinleşti. Tulumlarımızın üzerine isimlerimiz yazılı dolaşıyorduk birbirimizi tanımak için. Benim de artık odadan çıkacağımı anladığı saniye bir kez daha yakaladı elimi. Dudakları titriyordu:
"Sevda kızım o hastalıktan mıyım?" dedi. Diğer elimle de tuttum elini. Bilmediğimizi, tahlil sonuçlarını beklediğimizi söyleyince:" Neden benden bu kadar korktunuz da giyindiniz?" dedi.Biraz kötü htim o anda ne söylemem gerektiğini henüz bilmiyordum. Ona gecikmeden ilaç vermem gerektiğini, yeniden geleceğimi sonra konuşmaya devam edebileceğimizi söyleyip çıktım odadan. Üzerimi çıkarttım önce maske içinden geri soluduğum tüm nefesi attım ciğerlerimden. Zeynep teyzeden neden korktuğumuzu sordum kendime. Hemşirenin milli içeceği kahve eşliğinde. Öğlen saati olmuştu bile. Eski alışkanlıkla hastama yemek yedirme zamanı derken aslında bir yandan da beni yeniden dört gözle bekleyen Zeynep teyzenin açlık hmediğinden de emindim. Kişisel koruyucu kıyafetlerimi giydim. İlaçları yemek tepsisinin kenarına ekleyip yöneldim odaya. Tahmin ettiğim gibi dört gözle bekliyordu ve ona doğru gittiğimi anlayınca daha dik oturdu. Sürgülü cam kapıyı aralayıp: "Girebilirmiyim Zeynep teyze? "dedim. Yüzündeki maskeden dudaklarını göremesem de gözleri parladı.. Odaya biri gelince kalkar ya da bir doğrulur ya insan, toparlandı hemen:
- Tabi kızım.
- Çok acıktın galiba yemeği görünce sevindin.
Düşürdü gözlerini.
- Tamam Zeynep teyze üzülme! Bak şimdi biraz yemek yemelisin. İlaçlarını vereceğim sonra konuşacağız söz.
Bu kez, ben de o da daha sakindik. Başbaşa olmanın rahatlığı vardı belki de Zeynep teyzede. Yemeğini kendisi yedi. Arada nefesi daralınca mola verdik, biraz oksijen aldı. İlaçlarını içtikten sonra baktı gözlerime. ‘’O’’ hastalığı sordum ne bildiğini yani hastalık hakkındaki bilgi seviyesine göre daha iyi anlatabilirim diye düşündüm.
" Beş yıldır kızım gelemedi yurtdışından. Şimdi bu hastalık var diye koşup geldiler ama on dört gün yurtta kalacaklarmış yarın geliyorlardı eve. Bu hastalık kavuşturacak derken ben hasta olursam." dedi.Su istedi. Su içerken anladım. Nasıl biz Zeynep teyzeden değil hastalıktan korkup önlem alıyorsak, o da bizden değil hastalıktan korkuyordu. Kanseri atlatmış biri olarak da ölmekten değil beş yıldır göremediği kızına kavuşamamaktan. Ona artık hiç bir şey açıklamam gerekmediğini anladım.
Tahlil sonuçlarının akşam çıkacağını hatta evlerine gelen tamircinin de aranıp teste
çağrıldığını ama kendisinin güçlü olması gerektiğini bana ihtiyacı olursa zile basmasını söyledim. Odadan çıkarken iki damla yaşın siperime düştüğünü gördüm.birine evlat diğerine hasret adını verdim.. Nöbeti devir ederken cam kapının ardından el sallayıp ,ben gidiyorum, işareti yaptım Zeynep teyzeye. El salladı elini kalbine koydu. Nöbet devrinden sonra hemşire arkadaşıma özellikle ricada bulundum. Saat kaç olursa olsun sonucu çıkınca mutlaka bana haber ver, dedim. Saat gece onu çeyrek geçe telefonum çaldı. Nöbetçi arkadaşım arıyordu. Telefonu tutarken Zeynep teyzenin elini tutar gibi tuttum. Hem Zeynep teyzenin hem tamircinin testleri pozitifti. Yandı ellerim.
Bir günlük izinden sonra vizit için el sallayıp ayrıldığım kapıya geldiğimde Zeynep teyze artık virüsün pençesinde ventilatöre bağımlı haldeydi. Bu kadar çabuk mu dedim sanki diğer hastalarda görmemişim gibi. Ama Zeynep teyze farklıydı benim için. Hasret çeken bir anneydi.
Pandemi başlayalı daha birkaç hafta olmuştu ve evde çocuklarımızı, sevdiklerimizi korumak için ayrı kaldığımız dönemde iyi olsunlar diye çektiğimiz hasreti düşününce beş yıl nasıl geçer diye soruyordum kendime. Tam da bitecekken bir kaç yüz kilometre kalmışken kavuşmaya.
Aynı anda meme kanseri nedeniyle aldığı tedavinin henüz güzel sonuçlarını görmeden virüsle savaşa başladı Zeynep teyze. Yıllarca beklemiş olduğu kızı torunları artık evdeydi ve şimdi bekleme sırası onlardaydı. Beş gündür aldığı tedavilere henüz cevap alamıyorduk. Yeni tedavi yöntemleri gelişiyor artık plazma transfüzyonu planlıyorduk. Onuncu gün geldiğinde plazma tedavisine karar verilmişti. Mesaide olduğum için çok sevindim.
Plazmasını hazırlayıp giyindim, yanına girdim. Tedavisini verirken: "En iyi sen bilirsin Zeynep teyze, beklemek ne kadar zor. İyi olduğunu bilerek başka, böyle beklemek bambaşka.
Hiçbir anneye yakışıyor mu çocuğunu üzmek. Bak her gün kızın arıyor. Bu sabah aradığında senden özür dilediğini iletmemi istedi. Kanser olduğunda bile gelmediği halde bu virüsten kaçarak geldiği halde seni bu hastalık yüzünden kaybederse kendisini asla affetmeyeceğini söyledi. Zeynep teyze, bu plazma hastalığı yenen bir hemşiremizden. O yendi virüsü şimdi sıra sende. "dedim. O gün, üç ünite plazma verdikten sonra iki günlük izne gittim. Artık özellikle ekibimiz içinde de pozitif vakaların çoğalması hepimizi tedirgin ediyordu. Hastalarımızdan haber soramaz konuşamaz olduk. Hangi hasta iyi, hangisi kötüleşti ,kimi kaybettik çalışırken görüyorduk. Bugün, Zeynep teyzeden bir kez daha test alınacaktı. Kan tablosu biraz daha düzelmiş alsa da henüz ventilatöre bağımlıydı. Doktorumuzla testi almaya birlikte girdik yine tüm koruyucu kıyafetlerimizle. Testi alırken Zeynep teyzenin ventilatöre direndiğini kendi başına nefes almaya çalıştığını fark ettik. Siperliklerin ardından göz göze geldik doktorumuzla.
Elini tuttum. İlk yattığı günün soğukluğu yoktu elinde. Eğildim kulağına: ‘Haydi az daha gayret Zeynep teyze, bugün hıdrellez yarın sabah bahara uyanabilirsin. Nefes alabilirsin. Yapabilirsin’
İşte böyle sevgili okuyucular! Sevda hemşirenin kaleminden Zeynep Teyze’nin hastanede geçen yaşam mücadelesini bir solukta inanıyorum ki sizde göz pınarlarımız yeşererek okudunuz!
Ne diyelim.
Yüreğine, emeğine ve kalemine sağlık Sevda hemşire. Eğer ülkemiz bugün Covid-19 salgınında başarılı olmuşsa sizin gibi kendini feda eden fedakâr, cefakâr hastasını kendi anası/babası/kardeşi gibi gören sağlık çalışanlarının sayesinde…Sizlere minnettarız. Allah hepinizden razı olsun.
Bu virüsle savaşın en ön cephesinde adeta itfaiye erlerinin yangına koştuğu gibi hastaneye koşarak virüsle mücadelede hayatınızı riske atıp görev yaptınız/yapıyorsunuz. Bu anlamda birçok meslektaşınızı kaybettiniz. Hepsine Allahtan rahmet sizlere sağlık selamet diliyoruz.
“Marifet iltifata tabidir” Bu anlamlı hikayeyi okuduktan sonra tavsiyem yazmaya devam edin. Biliyorum ki gönlünüzde ve zihninizde yirmi yıllık meslek yaşamınızda yazacağınız daha çok “Zeynep Teyze”leriniz “Ahmet Amca” larınız var.
Emeğiniz ödenir ama hakkınız asla