Yâdında mı doğduğun zamanlar? Sen ağlar idin, gülerdi âlem... Bir öyle ömür geçir ki, ölümün Olsun sana hande, halka matem.(Ş.Şirazi)
Ahkâm kesmek ile “Yâdında mı doğduğun zamanlar, Sen ağlar iken gülerdi âlem” adlı Şadi Şirazi ’ye ait o güzel şiirden bir kıta alarak yazıma başlamak istedim. Okuyucu diyebilir ki, bunların birbiriyle ne ilgisi var? Bu ilgiyi ifade etmeye çalışacağım.Her gün haşır neşir olduğumuz, insanlar ile bir araya geldiğimizde sıkça yaptığımız konuşmalarımız,hal ve hareketlerimiz,jest ve mimiklerimiz,ötekileştirdiklerimiz vs. Bunları;”Âhkam Kesmek” ve Şirazi’nin o güzel sözü ile birleştirip bir köprü yapacağım ve köprüden şahsım dahil geçmeye çalışacağız.Geçmeye çalışırken neler konuştuğumuzu neyi nasıl bildiğimizi ve/veya hiç bilmediğimiz halde ne kadar ahkâm kestiğimizi,daha doğrusu her şeyi ne kadar bildiğimizi, biliyorum dediğimiz anda bir bakıma hiçbir şey bilmediğimizi kısaca gözler önüne sereceğim.Hiçbir kimseyi yerip-övmeden,ötekileştirmeden tamamen objektif düşünmeye ve düşündüklerimi kısaca yazmaya çalışacağım.
Ahkâm kesmeye gelince; bilgisi olmadığı halde, kulaktan kulağa duyma, bilmediği konularda yorum yapma, ön yargılı davranma kısaca bu sembolik kavramları, bilmeden, farkında olmadan, hüküm yürüterek kahvelerde, toplu olarak bir araya geldiğimiz her mekânda yapıyoruz. Ama neden? Bizim bilgiçlik taslamak adına mı? Yoksa alışkanlık mı? Veya bir hobi mi? Aslında bunların hepsi var. Oysaki bu ön yargılı davranışlar, bizleri ister istemez yanlışa götürüyor. Bu tür konuşulana eşlik etmek, yemeğe yanlış atılan baharat gibi sohbetin tadını, tuzunu kaçırmak olur. Hele hele bu günlerde “ her konuda ahkâm kesmek” karakteristik özelliğimiz oldu. Çoğumuz hayat mektebinden öte bir şey göremediğimiz halde tıp, psikoloji, sosyoloji alanlarında akademisyenlere taş çıkartıyoruz. Yalnız akademisyenlere mi? Konuşmamız biraz düzgün ise az buçuk sağdan soldan biraz da bilgi edindiysek, bizi kimse tutamaz. Ne dersiniz, hani bir söz var ya ağzı olan konuşuyor. Eh üstüne de kendi hükümlerimizi koyduk mu dünyayı bile fethederiz. Hele siyaset konularına hiç girmeyelim. İki kişi yan yana geldiğimizde, burası mezra, köy, kasaba, şehir olsun hiç fark etmez hemen büyük bir bilgiçlikle hükümet kurar hükümet yıkarız. Ekonomi, ticaret, eğitim, futbol, yol köprü... Hiç birinin kaçarı yoktur elimizden. Evvelallah her şeyin hakkından geliriz. Ahkâm kesmeyi en çok siyasette, ekonomide, eğitimde yaparız. Siyaset deyince, bizim partiden olanı göklere çıkarır, olmayanı yerin dibine batırırız. Bizim partide iken en dürüst en çalışkan ve en ahlaklı diyerek öve öve bitiremediğimizi, başka bir partiye geçince bunların tam tersi cümleler ile konuşuruz. Veya başka bir partide iken her türlü eleştiriyi yapar, ağza alınmayacak laflar ederiz de, bize gelince göklere çıkarır, bilge kişiliğini, insanların en yücesi olduğu nutuklarıyla karşılarız. Sahi bu nasıl bir hastalık? Elbette ki insanlar ortak oldukları değerlerini korumakla mükelleftir. Buna itirazımız yok. Her davranış ve her sözümüze dikkat etmemiz gerekmez mi?
Şimdi kendimize soralım ben, sen, o biz, siz, onlar; doğduğumuz zamanları hatırlıyor muyuz? Hatırlamamız mümkün değil. Şiraz’i dünyaya geliş anımız ilgili diyor ki "Sen ağlar idin, gülerdi âlem... Ellerin yumulu gözlerin kapalı ciyak ciyak bağırırdın. Dışarıda tüm yakınların, doğumunuzdan dolayı gülüp, sevinç naraları atıyordu. Çektiği acılara rağmen anne bile gülüyordu. Fakat bu defa tersi olmalıydı. Bu âleme teşrik olan insan, öyle bir hayat sürmeliki, ahkâm kesmemeli, erdemli olmalı, aldatmamalı, sevgisini sade yüzünde değil kalbi ile de htirmeli, kem söz sahibi olmamalı, kin ve nefretten uzak olmalı. Her söyleyeceğin sözü tartarak, ölçerek, biçerek söyle, bilmediğin hususlarda bilmediğini ifade et, her şeyi bildiğini söyleme, dolayısıyla hiçbir şey bilmediğini itiraf etmiş olursun. Güven veren sevilen insan olarak gönüllere yerleş. Ömrün bereketli olanı çok yaşamakla olmuyor. Ömür dediğin ne ki? Su gibi akıp gidiyor. Sen öyle
bir insan ol ki dünyaya gelişine sevinenler vefatına üzülsünler. Bu dünyaya ağlayarak gelen insan, bu defa gülerek gidecektir. Herkes onu hayırla yâd edecek ve iyi bir insandı, ölümü bizi derinden üzdü diyebilecektir. Önemli olan, baki kalan bu kubbede, hoş bir sada bırakarak gitmek değil midir?
İnsan yaratılanların en güzeli, Allah‘ın gözbebeği olarak nitelendirmekten daha güzel ne olabilir ki? Son Nebi; “ Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere geldim.” demiyor mu? O zaman bizlerdeki bu ahkâm kesme neyin nesi oluyor. Bu tür söylemler, mutsuzluk, umutsuzluk ve huzursuzluk doğurmaz mı? Toplumun huzuru, fertlerin huzuru varsa vardır. Her yapılan suizan ve ön yargıda, kul hakkına girmiyor muyuz? Eleştirilerimiz elbette ki olacaktır. Gerçek eleştirinin ölçüsü şudur, hâsıl olan mevcut duruma, itiraz ederken yerine daha iyi olanı önermektir. Olmuş ama şöyle olsa daha iyi olur diye tavsiyede bulunmak değil midir? Ağız açıp, gözü yumarcasına, ne dediğini diğer kulağın dahi duymadığı şeklinde konuşmak bizlere yakışan üslup mudur? Eğer; üzer isen üzülürsün, kırar isen bir gün mutlaka kırılırsın, her şey incelikten kırılırken , insanlar kabalıktan kırılır. Unutmayalım ki, ”karanlık aydınlıktan, yalan doğrudan kaçar. Güneş yalnız olsa da etrafa ışık saçar.”
Covid 19 ile tüm dünya sarsıldı. Her devlet kendine has önlemler aldı. Biz de ülke olarak bu virüse karşı tedbirlerimizi aldık ve almaya devam ediyoruz. Bu hastalık konusunda, önceki yazımda da ifade ettiğim gibi sağlık bakanımız; süreci güzel yönetiyor. Şov yapmıyor. Etkili, inandırıcı ve teknik dil kullanıyor. Samimi ve sabırlı davranıyor. Ötekileştirmiyor. Bilim kurulu ile koordineli çalışıyor. Bu hususta tüm sağlık çalışanlarımızı canı gönülden tebrik ederken, vefat eden vatandaşlarımıza rahmet, aileleri başta olmak üzere, milletimize başsağlığı, tedavi görenlere acil şifalar diliyorum.
Bizleri; sevdiklerimizden, dostlarımızdan, arkadaşlarımızdan ayrı koyan virüse karşı her önlemi alarak üstesinden geleceğimizden şüphemiz yoktur. Ramazan bayramınızı kutlar,sağlık ve esenlikler dilerim..…