Herkesin çevresinde hayatta çok şansızım, dünyanın en şansız adamı benim, kendimi bildim bileli şans meleğinin bana selam vermesini bırakın bulunduğum semtten bile geçmedi diyen kişilere rastlarız.
Kendini şansız sayan kişilerin davranışlarını dikkatlice incelersek bunların en büyük ortak özeliklerinin sürekli kendileriyle ve çevresindeki insanlarla kavga halinde olduklarına şahit oluruz. Hatta onlar, kavga etmek için başka insanlara bile ihtiyaç duymazlar. Bu kişiler, yaptıkları işlerle, kullandıkları eşyalarla bile kavga ederler. Ben, şansızım, şans bana gülmez diye olmayan şans bataklığında debelenip dururken huzuru hiçbir zaman yakalayamazlar. Karadeniz’de batan gemiler hep bunlarındır. Bildiğimiz gibi somurtan suratlarla da hiç kimse aynı ortamda nefes almak istemez. Bu ve buna benzer olumsuz özelliklerinden dolayı genelde yalnızdırlar. Çevrelerinden yardım göremezler. Böylece hayatta başaracakları işlerde yarı yarıya düşer. Gerçeği göremeyip başarısızlıklarını şansızlığa bağlarlar.
Ya güler yüzlü insanlar öyle mi? Bunlar, hayata pozitif bakarlar ve çevresinde bulunan insanlar onları gördüklerinde mutlu olurlar. Güleç yüzlü insanlar ne kadar olumsuzluklar, başarısızlıklar yaşarlarsa yaşasınlar bunu şansızlığa bağlamazlar. Onlar, yokluklarında özlenen insanlardır. Gittikleri yerlere de huzur iklimini götürürler. Güleç yüzlü insanlara göre hayat bir aynadır ve sende ne varsa hayat sana onu gösterir.
Bunu bir hikâye ile anlatmaya çalışayım. Zamanın devrinde farklı bölgelerde yaşayan iki köpek varmış. Köpeklerden biri sahibine ve çevresine karşı huysuzluk etmesiyle meşhurmuş. Ona rağmen sahibi ona yıllarca bakmış. Diğer köpek ise sahibine çok sadık ve çevresiyle de uyumlu imiş. Zaman sonra köpekler yaşlanınca sahipleri onları serbest bırakmış. Birinci köpek uzun bir yol gidip, sonunda bir kaleye rastlamış. Tedirgin adımlarla yavaş yavaş kalenin içerisini kolaçan etmeye etmiş. Kalenin içerisinde bir oda görmüş. Kapısını aralayıp ani bir hareketle içeri girmiş. Bir de ne görsün etrafını köpekler sarmış. Hemen suratını somurtmuş, salyalarını akıtarak, dişlerini çıkararak onlara havlamaya başlamış. Etrafında onlarca köpek ona aynı şekilde karşılık vermiş. Ve onlarcaköpeğin onu parçalayacağından o kadar korkmuş ki, sonunda ödü patlayıp oracıkta can vermiş.
Diğer köpeğe gelince o da gece gündüz durmadan yol almış ve sonunda da bir kaleye rastlamış. Burada kendime yeni arkadaşlar bulabilirim diye içinden geçirmiş. Kalenin içerisine kendinden emin bir şekilde girmiş. İçeride bir oda görmüş. Hemen kapısını açmış ve içeri girmiş. O daya girince etrafında onlarca köpek. Onlara tebessüm etmiş. Onlarda aynı şekilde ona karşılık vermişler. İnsanların çoktan terk ettiği bu kalede kalan ömrünü odadaki arkadaşlarıyla mutlu bir şekilde geçirmiş.
Bu hikâyenin kahramanları olan köpeklerin girdiği odada aslında onlardan başka köpek yok imiş. Odanın duvarları aynalardan oluştuğundan köpekler odada kendilerini görmekte imiş.
Odadaki aynalar hayatın kendisidir. Biz hayata nasıl davranırsak, hayatta bize öğle davranır. Unutmayalım, hayat bir aynadır! Eğer ayağımız taşa takılırsa ilk önce taşı değil, kendimizi sorgulamalıyız.
Seyit TOK