İnsanoğlu, dünyada türlü meziyetlerle donatılarak yaratılmıştır. Türlü meziyetlerle donatılan insanoğlunun bu meziyetlerini ortaya çıkarabilmesi için caba sarf etmesi ve bedel ödemeyi göze alması gerekir. Çünkü başarı gayrete âşıktır. Sizce de öyle değil mi? Başarı bedel ister, başarıya giden yollar her zaman sarp ve dikenlidir. Kendilerini yetiştirmek için dikenli yollarda yürümekten korkanlar, cahilliğin bataklığına saplanır kalırlar. Son zamanlarda cahilliğin bataklığında debelenirken yaşanan her sıkıntıya, her probleme çözüm üreten tipler türedi. Oysaki günümüzde bilimin gelişmesiyle birlikte her alanda uzmanlaşma başlamıştır.
İnsanoğlu içinde yaşayan bu tür, hiçbir emek harcamadan her konunun uzmanı olmayı başarmıştır(!) Yoksa bu özellikleri Tanrının onlara bir lütfu mudur?
Yaşamları boyunca hiçbir esere imza atmamış, ailesini hatta kendini geçindirmeden aciz insanların her probleme çözüm üretmesi ve iş başındakileri iş bilmemezlik ile itham etmesi ne kadar da manidardır.
Cahillik bir yönüyle çocukluktur. Bu durumu şöyle örneklendirelim.
Süleymaniye Camii’nin inşası tamamlanmış, ibadete açılacağı gün ilan edilmişti. O gün gelince İstanbul’un her yanından insanlar bu eşsiz eserin açılışında bulunmak için şehrin bu noktasına akın etmişti. Herkes hayranlıkla bu Türk mucizesini seyrediyordu.Fakat bunlar arasında bulunan bir küçük çocuk, “Aaa şu minareye bakın nasıl eğri!” diye bağırıyordu.Herkes de bakıyordu ama bir kusur bir eğrilik göremiyordu. Çocuğun bu eğri lafı Mimar Sinan’a kadar ulaşmıştı. Koca mimar hemen çocuğu bulup, ona “Yavrucum, hangi minare eğri göster bana” dedi. Çocuk da “İşte şu diye minarelerden birini gösterdi. Mimar Sinan hemen adamlarını topladı. Uzun uzun halatları minareye bağlattı. Çekin yukarıya doğru! diye çektirmeye başladı. Çocuğa da, Oğlum, bak bu minareyi doğrultuyorum, sen dikkat et, dosdoğru olunca haber ver” dedi.
Adamlar gerçekten düzeltiyormuş gibi çekiyorlardı. Çocuk bir süre sonra “Tamam minare doğru” diye bağırdı. İşçiler halatları çözüp işi bıraktılar. Başından beri olaya tanık olan ustalardan biri kafa kurcalayan soruyu Sinan’a iletti;
-Ulu mimarbaşımız, sen herkesten iyi biliyorsun ki, minarede eğrilik falan yok. O halde ne diye düzeltmeye kalkıştın?
Mimar Sinan’ın cevabı inceliğin, anlayışın, hoşgörünün simgesiydi.
-Ben bilmez miyim minarede eğrilik olmadığını… Ama çocuğun kafasındaki “eğri minare” intibaını da öylece bırakamazdım. Bu yönteme başvurdum ki çocuğun kafasındaki “eğri” kanaati silinsin. Yoksa her yerde çocuk aklıyla minarenin eğri olduğunu söyler, sona gerçekten eğri olduğu şeklinde inanç yayılırdı. Ondan sonrada caminin ismi eğri minareli camii olarak anılırdı.
Bizim kulağımıza da bazı sesler geliyor, ancak bizim işimiz Koca mimardan daha zor sayıları bir değil ki, çocuk demeyeyim cahil demeyeyim yanlışlarını uygulamalı olarak onlara göstereyim. Anlaşılan, bu zamanın az bilmişleri; çok çokbilmişleri…
Seyit TOK